Ana içeriğe atla

KARA FATMA, MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE SİVAS' TA TANIŞIR. KURTULUŞ SAVAŞI KAHRAMANI ''KARA FATMA'' (Fatma Seher) Kara Fatma Erzurumlu Yusuf Ağa’nın kızıdır. Balkan Harbi’nde kocası Derviş Erden’le Edirne’de Yanık Kışla’da bulunmuştur. 1. Dünya Savaşı’nda 9, 10 kadınla birlikte Kafkas Cephesi’nde savaşmıştır. Eşi Sarıkamış’ta şehit düşmüştür. Mondros Mütarekesi’nden sonra “Üsküdar’a” oradan Bolu ve Ankara yoluyla Sivas ve Erzurum’a giderek Gazi Mustafa Kemal’den kendisinin vazifelendirilmesini istediğini 43 kadın silah arkadaşı olarak şark vilayetlerindeki vazifelerini yerine getirdiklerini 1923’de yapılan bir mülakatta anlatmıştır. Fatma Seher Mustafa Kemal’le nasıl görüşebildiğini yine hatıralarında şöyle anlatır: “Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafetlere girerek üç günlük bir mücadeleden sonra devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli bulunduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf ve yüzümde peçe ile kapalıydı. Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince ilk defa sert bir lisan kullanarak “Ne görüşeceksin” dedi. Kalbimdeki vatan aşkı bu sert muameleye üstün gelerek derhal peçemi kaldırdı ve İstanbul’dan buraya kadar sizinle görüşmek için geldiğimi ve maruzatımı bir dakika için dinlemesini ısrarla rica ettikten sonra, pek yakınımızda bulunan küçük bir lokantaya beni kabul ettiler” bilgisini vermiştir. Mustafa Kemal ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini sormuş ve aldığı cevaplardan memnun olarak; “bütün kadınlar senin gibi olsa idi Kara Fatma” demiş ve adı bundan sonra Kara Fatma kalmıştır.” Kendi eli ile yazdığı kağıdı vesika olarak bana verdi. Sıkışık vaziyetlerde sana yarar. Haydi göreyim seni verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git hazırlan ve işe başla” dediğini anlatmıştır. Kara Fatma aldığı talimatla İstanbul’a gelmiş, Topkapı Pire Mehmet ve Laz Tahsin ile birlikte onbeş kişilik çete kurmuş, köylü kıyafeti giyerek Haydarpaşa’dan trene binip İzmit’e inmişler ve iş bulmaya gelen muhacir görünümünde sayılarını arttırmaya çalışmışlardır. Kısa zamanda doksanaltı kişi olmuşlar, Üsküdarlı Albay Neşet Bey emrinde savaşmışlar, askeri bakımından mühim olan Fındıktepe’yi düşmandan temizleyerek buraya Türk bayrağını dikmişlerdir. Kara Fatma dokuz yaşındaki kızı Fatma, oğlu Seyfettin kardeşleri Süleyman ve Mehmet Çavuş ile davulcular ormanında gizlenmiş olan yüzelli kişilik çetenin başına geçen Kara Fatma Gül-Bağçe, Mecidiyye, Orhaniyye, Arpalık köylerinin imam ve muhtarlarıyla ileri gelenlerini ormana celbettirdi. Onlara; “Ben Kara Fatma’yım sizin ırzınızı malınızı ben koruyacağım” dedi. “Köylüler memnun döndüler. Kara Fatma bir taraftan sabanca havalisinde silah satın alıyor. Bir taraftanda civar köylerden gelen delikanlıları çetesine yazıyordu. Mevcudu dörtyüzsekseni bulmuştu.” İzmit Yunan işgali altında idi. O günlerde yırtık pırtık bir köylü kadını pazara öteberi getirip satıyor, akşam olunca şehirden ağır sandıklar alarak esrarengiz bir şekilde çıkıp gidiyordu. Bu kadın iki defa gelip gitmiş dönerken altışar sandık götürmüştü. Üçüncüde bu şüpheli kadını yakaladılar. Sandıklar cephane sandığı idi. Kendisini askeri koğuşlarından birine attılar. Ondokuz gün mütemadiyen dövdüler, dövdüler. Ondokuz gün zarfında tamamiyle dermansız, hasta ve perişan olan bedbaht kadın Kara Fatma çetesinin bizzat reisesiydi. Müfrezesine kırküç kadından başka yediyüzde erkek katılmış olduğunu söyleyen Kara Fatma, kadınlardan yirmisekizinin şehit düştüğünü, geriye kalan onsekiz kadın ve diğer erkeklerle 1. İnönü, 2. İnönü Savaşları’na katılmış, bu savaşlarda onsekiz kadını şehit olarak bırakmış, kendi de yaralanmış ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne yani Afyon harbine müfrezesiyle katılmış. Bu savaşla ilgili, onun kahramanlığını zekasını çok iyi anlatan hatırasını onun ağzından yazıyorum. “Altımdaki Ceylan ismindeki, güzel talim ettirilmiş çok akıllı bir hayvandı; âdeta bir piyade neferi gibi düşman mevziine sokulmakta fevka’1-âde mahirdi. Afyon civarındaki Sürmeli köyünde bulunan düşmana müfrezemle taarruz esnasında, hayvanımla düşmanın mevziine sokulmak icap etti. Bu esnada düşman tarafından bir kemend atılarak yakalanmıştım ve hayvanda şahlanarak bizim tarafa firar etmeye muvaffak oldu; ben de bu suretle düşmana esir olmuştum. Beni yakaladıktan zaman gözlerim bağlanarak, kendi mevzilerinin iki saat gerisinde bir yere götürülmüştüm ve burada gözlerimdeki mendil çözüldü ve sürmeli köyünde kurmuş oldukları karargahlarında yarım saat isticvap edildim; benden izahat almak için mütemadiyen sıkıştırıyorlardı; ben de verdiğim cevaplarda kaçamak cevaplar veriyordum. Bunlar arzu ettikleri maksadı temin edemediler. Bunun üzerine, Başkumandanları olan Tirikopis’in yanına götürdüler. Beni görünce son derece hayretle bana bakıyordu ve; “Sen Kara Fatma!” diye üç defa hayretle ismimi tekrarladı. Biraz sonra hayret ettiğinin sebebini son sualinden anladım. Meğer bunlar, Kara Fatma’yı devâsâ birşey tahayyül ediyorlarmış ve bende bunlara cevaben “Anadolu’daki Kara Fatmalar’ın en kuvvetlisi benim” demiştim. Beni bilahara bir yere kapadılar. Evvela başıma dört tane süngülü nöbetçi diktiler; birkaç gün geçtikten sonra bir kişiye indirilmişti. Hergün beni mütemadiyen dövüyorlardı. Gücüm tükenmeye başlamıştı. Bir gün nöbetçinin yanına bir misafir arkadaşı geldi. Şarap içiyorlardı. Misafir olan arkadaşı kalktı gitti. Bu nöbetçi şarap içmeye devam ediyordu. Her halde çok içmiş olmalı ki sabaha karşı sızdığını gördüm. Fakat bir türlü inanamıyordum. Bir iki yoklamadan sonra hakikaten sarhoş olduğuna kanaat getirmiştim. Elindeki silahı alarak ortalık ağarmadan yola çıktım. Ondokuz gün esaretin öldürücü ezalarına maruz kaldıktan sonra nihayet bir hayli müşkülattan sonra kaçmaya muvaffak oldum. BURSA’NIN işgalini duyunca halime bakmadan Sürmeli köyündeki ovada kıtamın başına geçtim. Bu muvaffakiyetimden dolayı Üsteğmen’liğe terfi edildim. ”BURSA 20 Haziran 1920’de Yunanlılar’ca işgal edilmiştir. Düşmandan temizlenmesi Afyon Zaferi’nden on gün sonra 10 Eylül 1922’dedir. Kara Fatma müfrezesiyle BURSA’NIN KURTULUŞU savaşına da katılmıştır. Afyon ilçelerinden; “Burhaniyye Köyü’ne geldiğim zaman artık tamamen Yunan elinden kurtulmuştum; fakat şimdi harb etmek, düşmanı sürmek için bende daha yaman bir ateş uyandırmıştı. Bana ve vatandaşlarıma yaptıkları zulüm, eza ve cefadan dolayı Yunanlılar’a mülevves ayaklarıyla topraklarımızı çiğneyen bu düşmanlarımıza teskin olunmaz bir kin ve nefret duymuştum. Müfrezemi tekrar teşkül ettim ve BURSA CEPHESİNDE harbe girdi. Yunanlılar burada mukavemet ettiler fakat Türk’ün süngüsü yaman şeydir, O’na kimse mukavemet edemez. Bizim vazifemiz kıtatın gerilerine akın etmek ve yollarını kesmekti. Vazifemizde muvaffak oluyorduk. Yunanlılar bizim ordunun hücumuna fazla dayanamadılar. Bozgun başladı; birkaç gün içinde Yunan’ı denize sürdük. Artık vazifem bitmişti. Yorgun vücudumu dinlendirmek için izin verdiler, işte bende bugün memleketimi geziyorum. Vilayeti şarkiyye gittim. Karadeniz sahillerini gördüm bir iki gün evvel de güzel İstanbul’umuzu görmek için buraya geldim” diyor. Kara Fatma bunları Tanin Gazetesi muhabirine anlatmıştır ve bu konuşma Tanin Gazetesi’nin 5 Temmuz 1923’de yayınlanmıştır. Benim bugün neden Jan Darc’ın yanında bir Kara Fatma’nında bu nesil için onlar tarafından bilinmesi için çaba harcamakta olduğuma en güzel örnekte; Kara Fatma’nın İstanbul’dan sonra gittiği Konya’da neşredilen Babalık Gazetesi’nde Tenin’deki röportajdan da faydalanarak 9 ve 21 Temmuz 1923’de yayınlanan ve Kara Fatma’nın hayatta her sahada bir erkek gibi karışması mümkün olup olmadığı sorusuna verdiği cevapdır, şöyle der; “Bundan sonra erkek, kadın hep beraber çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki… Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz, İstanbullu hemşerilerimize silah kapıp cepheye gidin denilemez; fakat onlara düşen iş, silah kullanmaktan daha büyüktür. Şimdiden sonra Anadolu’ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalı. Anadolu halkı hele kadınları, İstanbul’lu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyen yapacaktır. Kadın neden erkek kadar çalışmasın! Bugün Anadolu’da bir ailede iki erkek varsa yanıbaşında 10 da kadın vardır; bunun için kadın erkek hep beraber çalışacaktır. Bunun kimseye bir zararı yok, belki faydası çoktur”; “Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hali değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır. İşte bu maksatla küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.” diyor. Bu mülakatından onüç yaşındaki küçük kızının da kendisi gibi harbe katıldığını, Kocaeli’deki bir çarpışma sırasında iki parmağını kaybettiğini öğreniyoruz. Bence bu röportaj ders kitaplarından hiç olmazsa birine girmeliydi!.. Kara Fatma 1944’te yayınlanan hatıralarının sonuna eklediği “Üsteğmenlik maaşımı ne için Kızılay’a terkettim” başlıklı paragrafta şöyle demektedir; “Vatanın büyük kurtarıcısı Ebedi Şefin layık olmadığım büyük iltifatı beni son derece sevindirmişti. Esasen bütün emel ve arzum yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklememdir. Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay’a terk etmekle son vatani vazifemi yaptım.” Ne denilebilir ki sağol yürekli kadın. Kara Fatma 1954 yılı başlarında bakacak kimsesi bulunmadığından İstanbul’da bir kulübede yardıma çok muhtaç halde yaşamakta idi. Bunu gazeteler aracılığıyla duyurulmasından sonra İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı kendisiyle görüşmüş ve İstanbul Valiliği, torunlarına okul yardımı yapmış ve yatılı bir okula yerleştirmiştir. İstiklâl Harbi başlangıcından, Anadolu’nun düşmandan temizlenmesine kadar Doğu ve Batı cephelerindeki savaşların çoğuna katılmış olan Kara Fatma 4 defa yaralanmış, Yunanlılar’ın elinde ondokuz gün esir kalmış. Rütbesi Üsteğmenliğe yükseltilmiştir. İstiklâl harbinde silah kullanan canla başla çalışan mücahit kadınlarımızın önde gelenlerinden olan, hayatının son yılları dayanılmaz maddi sıkıntılar içinde geçen Kara Fatma kendisine vatanı vazife tertibinden 17 Şubat 1954’de aylık bağlanmasının ertesi yılında 1955’te vefat etmiştir. (Erzurum’da). Kara Fatma önce Çavuşluk, daha sonra Teğmenlik ve en sonda Üsteğmenlik rütbesine layık bulunmuştur. Elime geçen yeni belgeler ışığında Çavuşluk ve Teğmenlik rütbelerinin veriliş nedenlerini aktarmak istiyorum. Kara Fatma bir vazife dolayısıyla karargahını Hendek ile Düzce arasındaki Nefren Boğazı yakınındaki bir köye kurmuştur. Eşkiya reisi Lima ile İbrahim bir gece misafir edilmekte olduğu eve gelerek eğer affedilirse bu çeteyle birlikte çalışmak istediklerini bildirip, bunu sağlamasını rica etmişlerdir. Kara Fatma onların bu isteklerini telgrafla Ankara’ya bildirmiş, iki saat içinde bu eşkiyalar ve topladıkları asker kaçaklarının affı emri gelmiş, bunlarda müfrezeye katılmıştır.Kara Fatma 28 Haziran 1921 ‘de İzmit’in düşmandan temizlenip kurtarılmasına kadar İzmit’te kalmıştır. İznik civarındaki Bereket ve Kara derindeki taarruzda, Aleko – Karaderin hattındaki fedakarlıklar, kahramanlıklar gösterdiği anlaşılır. Mehmet Emin Yalman, İzmit’te bulunduğu sıralarda Kara Fatma ile görüşmüştür; O’na anlattıklarından da İznik’e üçyüzseksen gönüllü getirdiği, bunları intikam taburuna teslim ettiği, bunlar arasında oğlu ile kardeşinin de bulunduğu anlaşılır; “Bir defada yüzseksen gönüllü topladım İzmit’e getirildim. Bir müddet birlik kumandanlığında bulundum, sağ kolumdan vuruldum, İzmit Hilal-ı Ahmer (Kızılay) Hastanesi’nde tedavi edildim. İnşallah yine cepheye gideceğim” demiştir. Hisarcık’ta, Kaynarca mıntıkası Kumandanı Na’im imzasıyla Süvari Livasına gönderilen yazıda, düşmanın taarruzunun durdurulduğu üçüncü maddesinde Fatma Seher Hanım’ın cepheden gelen efrad üzerindeki te’siri her türlü takdirin üstünde olduğu kaydedilmiş, bunun karşılığı Liva emrinde “Bu günkü harekatta pekçok yararlılığı görülmüş olan Fatma Seher Hanım’a teşekkür ederim” denilmiştir. 26-27 Ağustos 1921 tarihli 193 sayılı Liva tamimi ile de onun bu kahramanlığı açıkça takdir edilerek başka birliklere de örnek gösterilmiştir. Bu çalışmalarından dolayı Çavuşluk rütbesini alan Kara Fatma Kocaeli Grubu Kumandanlığına yazdığı 24 Ekim 1921 tarihli dilekçede; “Büyük Milleti’min uhdeme verdiği Çavuşluk rütbesinden dolayı arz-ı şükran eylerim” sözleriyle bu rütbe için teşekkür etmektedir. Teğmenlik rütbesine gelince; bunu da Kara Fatma’nın kendisinin ağzından yayınlanan bir hatırasından öğrenelim; “İstiklâl Harbi’nin son taarruzundan evvel 1922 senesinde Çiçek bayramı münasebetiyle Ankara’da davetli bulunduğum sırada davetlilerden başta Atatürk olmak üzere Rus sefiri, Meclis Reisi General Kazım Özalp, Van Mebusu Hasan Bey ve hatırlıyamadığım hükümet erkanından bazı zevatın müvacehezinde işlemeli güzel bir gümüş sigara tabakası milli bir menfaat için müzayedeye çıkarılarak Atatürk’ün bu tabakanın kime hediye edilmek muafık olacağını heyeti huzurunda sordular; derhal heyettekiler Kara Fatma’ya hediye olunması mütalaasını ileri sürdüler ve bu teklif heyetçe müttefikan alkışlarla kabul edildi. Fakat Atatürk benim çok iyi silah kullandığımı işittiğini ve tesadüfen bu Çiçek Bayramı’nda iyi silah kullanan ma’ruf nişancılar arasında bir müsabaka tertip edilmiş bulunduğundan, bu müsabakaya iştirakimi tensip buyurdular. Muaffak olduğum takdirde, sigara tabakasının bu suretle bana hediye edileceğini emir buyurdular. “Bende müsabakaya iştirak ederek birinciliği kazandığımdan son derece haz duyarak hem mezkûr tabakayı bana hediye ettiler ve hem de Teğmenlik rütbesiyle taltif ettiler. Kara Fatma’nın görüntüsü ile ilgili yazılardan bir kaçı şöyledir. Mehmed Emin Yalman’dan “Fatma Seher Hanım belindeki fişenklikleriyle, ayağındaki çizmeleriyle, elindeki kamçısıyla tam bir İstiklâl Harbi akıncısı” Bir Rus diplomatın hatırasından “Fatma Çavuş kısa boylu, zayıf, enerjik yüzlü, kara gözlü bir kadındı. Fatma’nın sırtında siyah bir ceket, altında çizgili bir eteklik, ayağında çizme vardı, belindeki geniş kuşağında tüfenk mermisi, kama, omuzunda kayış görünüyordu. Başını bir yemeni ile sarmıştı”. Akşam Gazetesi’nde 1923’te yayınlanan bir yazıda Üsteğmen elbisesi giymekte olduğu, göğsünde bir harp nişanı ve istiklâl Madalyası olduğu anlaşılır. işte bu yiğit yürekli kadının yaptıklarının bu nesle aktarabilmek için Bursa’da bir köşe veya bir büst projesi düşlüyorum. Kara Fatma Erzurumlu, Bursalı değil ki diye düşünenler oldu. Oysa Kara Fatma Erzurum’un kurtarılmasını sağladıktan sonra Bursa’yı da Bursalılar kurtarsın dememiş İznik, İzmit, Alaşehir, Sivrihisar, Bursa dememiş kurtulacak işgal edilmiş neresi varsa oraya koşmuştur. Belki bizlerin onun yaptıkları yanında bir kum tanesi bile değil ama hiç yapmamaktan, hiç anlatmamaktan iyidir diye düşünüyorum. Bana bu konuda da Atatürk’le ilgili her konuda da olduğu gibi destek, ümit ve güç kaynağı olan Sayın Bursa Valisi Orhan Taşanlar’a sonsuz şükran ve teşekkürlerimi iletmek istiyorum. KARA FATMA ve nice KARA FATMALARA affedin beni bile deme hakkım olmadığına inanarak hatıraları önünde saygı ve sevgi ile eğiliyorum. KAYNAK: ATATÜRK KÜLTÜR DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU İLKNUR KALIPÇI Bursa’nın Kurtuluşuna İmza Atmış Bir Mücahit Kadınımız Kara Fatma (Fatma Seher)


via Sivas Herfene http://bit.ly/2w6Znff

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayriye Karayurt Bir eğitim neferi . Kendisi 40 yıl Sivasımız da ilkokul öğretmenliği yapmış nice çocuklar yetiştirmiştir. Cumhuriyet ilkokulunda çalıştığı zamanlar 1971 yılında yılın öğretmeni seçilmiş başarılı bir eğitimci . Şu an kendisi halen memleketi olan Sivas’ta yaşamını sürdürüyor. Değerli hocamıza sağlıklı ömürler dileriz.

via Sivas Herfene https://bit.ly/45TwjGs
via Sivas Herfene http://bit.ly/2t7LRF9

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS